1 Mayıs 2010 Cumartesi

vertigo (1958 - alfred hitchcock)

filmin adı: vertigo
yönetmen: alfred hitchcock
yapımcı
: alfred hitchcock
senaryo
: alec coppel, samuel taylor; pierre boileau & thomas narcejac (1954, d'entre les morts)
oyuncular: james stewart (john 'scottie' ferguson), kim novak (madeleine elster / judy barton), barbara bel geddes (midge wood)
yapım yılı, yeri: 1958, abd
dili: ingilizce
süre
: 128 dk.
türü
: psikolojik gerilim
ödüller
:NYFCC (en iyi uyarlama), san sebastián uluslararası film festivali (gümüş denizkabuğu, en iyi erkek oyuncu), sant jordi (en iyi sinematografi)


sinema gerçekten yedinci san’atsa hitchcock hiç şüphesiz bu dalın en büyük san’atçılarından biridir. gerilim sineması denince aklımıza bugün dahi ilk gelen isim olan hitchcock sinemasının ana temaları üzerinde durmakta fayda var. bunlar, suçluluk, kaos, saplantı, kimlik arayışı ve kötü anne imajı olarak genellenebilir. bu genel başlıkları vertigo filmi özelinde incelemeye çalışacağız.



işlemediği bir suç yüzünden suçlanan adam figürü hitchcock tarafından sıklıkla ele alınan bir konudur. the wrong man bu konuda en belirgin örnek olsa da vertigo’da da benzer bir ortak suçluluk kavramı mevzu bahistir. burada hitchcock’un esas göstermek istediği yanlışlıkla suçlanan kişinin gayetle de suçlu olabileceğidir. bir hitchcock filmi izlerken unutulmaması gereken bir husus mevcut: iyi ile kötü, saflık ile yozlaşmışlık arasında basit bir ayrım yoktur. seyircinin kendini özdeşleştirdiği kahramanları suça daima bir şekilde müdahil olurlar. görünürdeki suçlulardan sadece ahlakî ve toplumsal değerler bağlamında ayrılırlar. filmin akışı içinde suçlu olur ve üzerlerine yapışan bu suçtan asla tam olarak kurtulamazlar. yasa affetse de ahlâk asla affetmez.

ikinci olarak kaos kavramına da değinelim. tüm hitchcock filmleri sıradan hayatın içinde geçen bayağı olaylarla başlar. şahsî kanaatimiz, yönetmenin bu noktada seyircinin kahramanla kendini özdeşleştirmesini sağlama isteği olduğu yönünde. filmin gelişimi içinde karakterler kaosun hüküm sürdüğü bir anti-dünya içine düşerler. bu dünyada akıldışılık hüküm sürer. kişiler karakterlerini belirleyen toplumsal ilişkilerden kopar; fizikî ve ruhanî tramvalar onları beklemektedir. bu tramvalar için özellikle kamusal alanlar seçilmiştir: vertigo’da bunun için mezarlık, otel, park ve müze gibi mekânlar tercih edilir.

saplantıya gelince, başlangıç olarak şu söylenmeli: kişiler içine düştükleri kaos dünyasından geri dönmeyi başaramazlar ancak geri dönememe durumu çoğunlukla, scottie için olduğu gibi, mecburiyet değil tercih meselesidir. panik durumu coşkulu bir saplantıya dönüşmüştür. madeleine öldükten sonra scottie absürd olanın içine saplanır. adeta yaşadığı akıldışı olayları normal dünyaya getirmek, sıradanın içinde absürd olanı tekrar etmek istemektedir. esasında durum filmin afişinin ta kendisidir: karakterler karanlığa doğru döne döne inmektedir.

dördüncü tema değişken bir kişilik ve güvenli bir kişilik arama durumudur. bunun yer değiştiren suçluluk ve kaos teması ile bağlantısı malûm; kimlik biçimsel ve toplumsal bir niteliktir ve toplumsal alanın değişmesi ile kolayca altüst olur. madeleine’in judy’ye dönüşmesi ve scottie’nin onu eski kimliğine geri döndürmek için kullandığı kıyafet takıntısı bu toplumsal kimlik meselesine ışık tutan istisnaî bir sahnedir.


hitchcock tezatları içinde en manidar olanlarından biri anne temasıdır. en güvenli ve en sevgi dolu olması gereken kişi en grotesk ve ürpertici biçimde yıkıcılığa en yakın olan kişi olur. bu tema vertigo’da çok da belirgin değildir. strangers on a train ya da psycho bu konuya daha ışık tutucu niteliktedir fakat vertigo özelinde de mevzu atlanmaz: madelaine’in annesi onun ruhunu ele geçirip onu intihara sürükleyen kişi olarak gösterilir. bu durum bizi ister istemez hitchcock ile freudcu kuramlar arasındaki bağlantıya getiriyor. ancak bu bağlantı kaba saba ve derinlikten yoksundur. vertigo’daki rûya saplantısı ve psikanaliz yaklaşımı gerçekten de bayağıdır. pek tabiî, hitchcock deliliğin tıbbî durumu ile değil akıldışılığın ahlâki gerçekliğiyle alâkadardır.

tüm hitchcock filmleri gibi vertigo’nun da ahlâki bir film olduğunu teslim edelim. rasyonel uygarlık ile doğanın akıldışılığının birbiriyle iç içe geçecek kadar yakın olduğu diyalektik bir dünya söz konusudur. hitchcock’un bu kötümser, hatta nihilist dünyası ve onu pek çok farklı boyutta incelemiş olması onu yazının başında bahsettiğimiz büyük san’atçı yapan esas husustur.

Hiç yorum yok: