20 Mart 2010 Cumartesi

la battaglia di algeri (1966 - gillo pontecorvo)

filmin adı: la battaglia di algeri (aka. the battle of algiers)
yönetmen: gillo pontecorvo
yapımcılar: antonio musu, yacef saadi
senaryo: gillo pontecorvo, franco solinas
oyuncular: brahim hadjadj (ali la pointe), jean martin (albay mathieu), yacef saadi (djafar)
yapım yılı, yeri: 1966, cezayir
dili: fransızca, arapça
süre
: 125 dk.
türü: drama, siyasi tarih, savaş
ödüller
: venedik film festivali (altın aslan), kinema junpo (en iyi yabancı film), bafta (bm özel ödülü)


fransız sömürgesine karşı verilen cezayir istiklâl mücâdelesinin kuvayi milliyesi FLN'in (front de libération nationale) liderlerinden yusuf saadi'nin 5 senelik maphusluk döneminde yazdığı
souvenirs de la bataille d'alger isimli hatıratından yola çıkılarak çekilen film, 1954 - 1960 arasında cezayir şehrinde yaşanan olayları konu almaktadır. 1962 senesinde, cezayir'in istiklâline kavuşmasının ardından serbest bırakılan ve milli konseyde senatör olan saadi aynı zamanda filmin prodüktörlüğünü de yapmış ve filmde kendisinden yola çıkılarak yaratılan cafer karakterini de canlandırmıştır. bu haliyle film ister istemez 'taraf'tır elbette; fakat cezayir'de yaşananlardan çok da eski olmayan bir tarihte libya'da sömürgecilikten geri kalmayan italyanların yapımı üstlenmiş olması tartışmaya açıktır. 1956 senesinde sovyetlerin macaristan'ı ilhâkının ardından italya komünist partisinden ayrılan ve üçüncü dünya istiklâl hareketlerine destek veren yönetmen pontecorvo ise bu husustaki yegâne tesellimizdir. film bilhassa yaşanan olaylarından üzerinden sadece 4 sene geçmesinden sonra çekilmesi itibariyle dikkate değer; öyle ki jacques massu, marcel bigeard ve roger trinquier gibi fransız komutanlardan esinlenerek yaratılan mathieu karakterini canlandıran jean martin filmdeki tek profesyonel aktördür ve canlandırdıkları acıları bizzat yaşayan şahısları izleme 'şansına' nâil oluruz. film, yayımlanmasının ardından fransa'da derhal yasaklanmış ve 1971'e kadar da yasaklı kalmıştır. abd'nin ırak'ı işgâlinin ardından pentagon'un ders niteliğinde filmi izletmesi 2004 senesinde filmin tekrar gündeme gelmesine sebebiyet verecektir.



film esnasında sık sık belgesel izliyor olduğumuzu hissederiz. bilhassa bombalama sahnelerinin ardından, ya da cezayir'li kadınların kederli ve donuk bakışlarını izlerken "arşivlerden mi faydalanıldı" sorusu aklımıza gelir; oysa ki film tamamiyle 'kurgusal'dır. zaten yönetmen bu izlenimi uyandırmak için sık sık yakın çekimle hareketli kamera kullanma yöntemini uygulamıştır. filmde FLN önderlerinden ali la pointe, cafer ve fransız albay mathieu haricinde, hattâ belki onlar da dahil olmak üzere derinlemesine işlenen karakterler yoktur. konu halkın hareketlenmesi üzerinden umumî olarak anlatılmak istenir. filmde işkence, cinayet, bombalama, grev, daha çok işkence döngüsü içinde iki tarafın da dramına şahit oluruz. yönetmen, ismet paşa'nın 'ortanın solu' yaklaşımı misali, konuyu iki taraf için de yansıtmaya çalışmış fakat ağırlığı cezayir tarafına vermiştir. bunun yanında, filmde usûl olarak terörizm ve ona karşı bir usûl olarak da işkence propoganda teması ile harmanlanarak tartışılır. yakalandıktan sonra gazetecilerin karşısına çıkarılan FLN lideri ben m'hidi ile bir gazeteci arasında şu dialog geçer:

"bay ben m'hidi, kadınların sepet ve çantalarını bu kadar masum insanı öldürecek patlayıcılar koymak için kullanmak sizce biraz korkakça değil mi?"
"peki, savunmasız köylerin üzerine binlerce kez daha fazla masum insanın ölmesine sebep olan napalm bombaları atmak sizce daha korkakça değil mi? tabiî, bizde sizin uçaklarınız olsaydı bizim için daha kolay olurdu. bize uçaklarınızı verin, sepetler sizin olsun."

albay mathieu da fransız bakış açısını aynı yöntemle dile getirir:

"cezayir'de kalmalı mıyız? cevabımız 'evet' ise tüm gerekli sonuçları kabul etmeliyiz."

diğer bir çarpıcı nokta, cezayir şehrinin ilk bakışta bir avrupa şehrini andıran sahil kısmı ve buradaki temiz cadde ve binaların ardından bizi selamlayan, cezayirlilerin yaşadığı -gelin, biz buna kasaba diyelim,- casbah'tır. fransa, cezayir'in fransa'nın bir parçası, bir ili olduğunu iddia ededursun, daha ilk bombalamada sokaklar kapatılır ve cezayirliler fakir mahallelerinde yaşamaya mahkûm edilirler.

film, tüm FLN liderlerinin yakalanması ve ali'nin teslim olmayı reddetmesi üzerine saklandığı yere patlayaıcılar yerleştirilerek öldürülmesi üzerine son bulur. son sahnede ise 2 sene sonrasında halkın ayaklanmasını ennio morricone'nin unutulmaz müzikleri eşliğinde izleriz. kasabadan yükselen zılgıtlar ise yaşananların acısını belleğimize mühürler.

filmde eksik bırakılan bir nokta cezayir savaşının tarihsel ardalanıdır. 130 yıllık sömürge tarihinin getirdiği özümseme, ortak kültür gibi kavramlar, belki de bilinçli olarak göz ardı edilmiştir. fransız kamuoyunun tavrı da sartre'a yapılan bir göndermenin dışında dikkate alınmamıştır, fakat elbette 2 saatlik bir film tüm karşılaştırmalı siyasî tarihi kapsamına alacak da değildir.

fikr-i şahsimiz ile mevzuya bir nihayet verelim. bu film, bilhassa biz türk milleti tarafından izlenmesi zaruri filmler arasında sayılması gerekir kanaatindeyiz. bu noktada küçük bir anekdot hatırlatmakta fayda var: cezayir istikâl mücadelesi sürecinde dünya kamuoyu, hattâ fransa'nın kendi kamuoyu, hattâ ve hattâ fransa'nın kendi meclisi ve aydınları bile fransız hümûmetine karşı gelirken; cezayir'li şehitlerin ceplerinde mustafa kemal fotoğrafları bulunurken, âşk-ı NATO ile yanıp tutuşan 'mazlum milletler hareketinin öncüsü' türk hükûmeti fransa'ya cezayir olaylarında resmî desteğini açıklayan yegâne devlet olma 'şanına' erişmiştir. bu milletin evlatları bizler ise bu yarı belgesel tadındaki filmi izleme şerefine ancak 1996 senesinde istanbul film festivali ile erişebildik. film başlı başına bir kriter değildir elbet, fakat cezayir meselesine dair cehaletimiz malûm. işte bu sebeplerle la battaglia di algeri bizler için de kelleyi önümüze koyup düşünme fırsatı olacaktır. olur a, filmin sonundaki sahnede fransız askerinin fransızca olarak "ne istiyorsunuz?" diye bağırmasına karşılık kalabalıktan gelen arapça cevap size 'tanıdık' bile gelebilir:

"istiklâl!"

Hiç yorum yok: