27 Mart 2010 Cumartesi

det sjunde inseglet (1957 - ingmar bergman)

filmin adı: det sjunde inseglet (aka. the seventh seal)
yönetmen: ingmar bergman
yapımcı
: ab svensk filmindustri
senaryo
: ingmar bergman
oyuncular: max von sydow (antonius block), gunnar björnstrand (jöns), bengt ekerot (ölüm)
yapım yılı, yeri: 1957, isveç
dili: isveççe, latince
süre
: 96 dk.
türü
: alegori, drama, fantazi
ödüller
: cannes film festivali (jüri özel ödülü)


sinema tarihinin en mühim isimlerinden biri olarak kabul edilen ingmar bergman'ın kanımızca en mühim filmi olan det sjunde inseglet, en basitinden, veba salgını ile boğuşulan 14. yy'da tanrı adına çıktığı haçlı seferinden ateist silahşörü jöns (gunnar björnstrand) ile birlikte yurduna dönen ve tanrı haricinde her şeyle karşılaşmış olan şövalye antonius block'un (
max von sydow), ülkesinde ölüm (bengt ekerot) ile karşılaşmasını konu alır. ölüm için henüz hazır olmayan block tanrı ile ilgili şüphelerini gidermek amacıyla zaman kazanmak ister ve ölüm'e bir satranç oyunu önerir. ölüm, kedinin fare ile oynaması misâli, oyunu kabul eder. yola devam ederken yolları tiyatrocu seyyah bir aile ile kesişir ve bu ailede insanın içindeki cesaret verici iyiliğe şahit olurlar. olaylar gelişir ve ölüm herkesi nihaî güzergâhlarına götürmeden önce, onun dikkatini dağıtmak ve bu aileye kaçmaları için zaman kazandırmak isteyen şövalye, tam da yenilmek üzereyken, satranç tahtasını devirir. filmin özeti böyle; şimdi de meraklıları ile beraber gelişen olaylara değinelim.



alegorik tarzdaki film, hâliyle pek çok gönderme ve simgeler ile doludur. hıristiyan kültürüne yabancı olması olası izleyiciler için bazı açıklamalar getirmeden ve filmin önem arz eden sahnelerindeki simgelere göz atmadan evvel bergman'ın esin kaynakları üzerinde biraz duralım. gerçi listeyi ne kadar uzatsak da eksik kalacaktır, mâmafih denemekten de zarar gelmez: esas itibariyle yaradılış ve vahiy (kıyamet günü) için bir güzelleme olan filmin temel kaynağı hiç şüphesiz incil'dir. tanrının varlığı, hiçlik, absürd ve ironi gibi pek çok varoluşçu kavram etrafında dönen senaryo'da søren kierkegaard'un etkisi tartışılmaz. bunun yanında albert camus'nün veba romanından tutun da (flagellanta'ların lideri, camus'nün peder paniloux'sunun ta kendisidir belki de!), goethe'nin faust'u, carl orff'un carmina burana'sı, picasso'nun les saltimbanques ve albrecht dürer'in şövalye, ölüm ve iblis tabloları, victor sjöström'ün körkarlen (aka. the phantom carriage) filmine kadar uzatılabilir bu liste.

ilk sahnede kara, deniz ve gökyüzü görüntüleri eşliğinde uçan kartal görünür (yaradılış), fonda ise dies
iræ dies illa (kıyamet günü, gazab günü) ilahisini dinleriz; sonrasında ölüm'ün sesinden vahiy 8.1 ve 8.6'dan birer parça yer alır: "kuzu (isa) yedinci mühürü açtığında cennette yarım saat kadar sessizlik vardı (...) ve yedi trampeti olan yedi melek ses çıkarmak için hazırlandılar." yönetmen burada yaradılış ve kıyamet günlerini bir araya getirmiştir. kartal, yaradılış 1.1.2'deki tanrının ruhudur; gördüğümüz üç at silüeti de vahiy 8.13'deki atlardır. böylece bergman, daha filmin ilk sahnesinde gören gözlere işin özünü sergilemiştir.

ölüm'ün meşhur giriş sahnesi pek çok yerde sinema tarihinin en dramatik giriş sahnesi olarak gösterilmiştir. ölüm ile şövalyeyi izleyici aynı anda görür. block ölümü satranç oynamaya davet ettiğinde yenileceğini bilmektedir; ölüm de block'un, yenileceğini bildiğini bilmektedir. inançsızlığı temsil eden jöns ise bu sırada mânidar bir biçimde mışıl mışıl uyur. ikili yola çıktıklarında yolun kenarında gördükleri ceset veba ile ilk karşılaşmalarıdır. bu karşılaşmaya kadar şövalyenin atı önden, jöns'ün atı ise arkadan gider; karşılaşma sonrasında ise ikisi yanyana at sürecektir: ölüm tüm sınıf farklarını yok etmiştir.

jöns ile kilise ressamı arasında geçen, thanatos ve eros ikilisini hatırlatan dialogu buraya aktarmakta fayda var:

"jöns: bu ne böyle?
ressam: ölüm dansı.
jöns: peki şu ölüm mü?

ressam: evet, o hepsiyle danseder.

jöns: böyle saçma sapan şeyler ne işe yarar?
ressam: insanlara ölümü hatırlatmaya.

jöns: bu onları daha mutlu kılmaz ki.
ressam: neden onları mutlu edeyim; neden korkutmayayım?
jöns: o zaman resimlerine bakmazlar.
ressam: evet, bakarlar. kuru kafa, çıplak bir kadından daha ilginçtir.
jöns: sen onları korkutursan…
ressam: düşünürler.
jöns: düşününce de…
ressam: daha da çok korkarlar.

jöns: o zaman da papazların eline düşerler.
ressam:o beni ilgilendirmez."

bu sahnenin yanına soytarıların erotik oyununun flagellanta ile kesildiği ve herkesin ilgisinin oyundan kasvetli geçit törenine yöneldiği ironik sahneyi de ekleyin. san'at ile gerçeklik; hedonizm (hazcılık) ile asketisizm (zahitçilik); soytarıların neşeli şarkısı ile dies iræ karşı karşıya gelmektedir. ironi demişken, şövalyenin ölüme günah çıkarmasını da anmadan olmaz. şövalye günah çıkarırken onu parmaklıklar ardında bırakarak 'anlamsız' mistik arayışı içinde hapis kalmış olmasını da gözümüze sokan yönetmen burada block'a kilit bir cümle daha sarf ettirir: "inanç değil, bilgi istiyorum!"

"...aşağılanma insan tecrübesinde temel roldedir," sözlerinin sahibi bergman için 'utanç' ya da 'aşağılanma' temel kavramlardır. jof'un (nils poppe) küçük düşürüldüğü han'ın adı da bu bağlamda ilgi çekicidir: "utanç hanı." vaiz de şöyle diyecektir: "tanrım, bize utancımız içinde merhamet et!"

gelelim meşhur yaban çileği sahnesine. daha sonraki filmlerinde de göreceğimiz üzere, 'yaban çileği' ve 'süt' bergman için saflığı simgeler. esasında izlediğimiz seküler bir kutsal komünyondan başka bir şey değildir tabiî ki. ortak tastan süt içilir (şarap); ve yaban çileği (ekmek) kâsesi elden ele dolaşır. bu umut saçan sahnede block, "...bütün bunlar sizleyken ne kadar anlamsız," derken tüm metafizik düşüncelerinin boşluğunu anlar ve aradığı yanıtları bu ailede (mia/mary: meryem; jof/josepf: yusuf; mikael: bebek isa -12. vahiyde anlatılan mikail, cennete ölümü getiren yılanın hasmıdır-) gördüğü insanî saflıkta bulur. ölüm maskesi kendisini hatırlatmak istercesine arkada durmaktadır fakat geleceği simgeleyen mikael de arkada uyumaktadır. evet, ölüm gerçekliktir ancak mühim olan hayat tekerleğinin dönmesidir. bunun, filmin ana fikri olması bir yana, aynı zamanda ortaçağ san'atında ortak bir tema olduğunu hatırlatalım.

oyunda yenilmek üzere olan ve kendi çarmıhından kurtuluşu 'saf' aileyi kurtarmakta bulan şövalye, aileye kaçmaları için zaman kazandırmak amacıyla satranç taşlarını devirir. ölüm taşların yerlerini hatırlamaktadır ve kandırılamayacağını düşünür ancak şövalye marurdur çünkü aradığı kurtuluşu bulmuş ve kutsal aileyi o an için ölümden kurtararak hayat döngüsünün devamını sağlamıştır.

kalede yenen son yemekte -ki diğer bir kutsal komünyon sahnesidir,- ölüm kapıyı çalar ve kapıyı açan jöns ölümü görür; fakat döndüğünde kapıda 'kimse' olmadığını söyler. mânidardır, çünkü bir açıdan (psikolojik) beyaz bir yalan söylemektedir; diğer bir açıdan ise (metafizik) inançsız bir kişi olarak ölüm onun için 'kimse'dir.

son sahnede ise ölümün kutsal aile haricinde herkesi dansederek götürüşünü izleriz. şövalye ölüme karşı oynadığı oyunu kaybetmiş midir; yoksa kazanmış mıdır? kim bilir; belki de cevap kulaklarımıza çalınan soli deo gloria (zafer tanrınındır) ilahisindedir.

Hiç yorum yok: